Category: Sağlıklı Yaşam

Çocukluk Çağında Obezite ve Kilo Kontrolü

Çocukluk çağı (2-10 yaş) büyüme ve gelişmenin yoğun olarak yaşandığı bir dönemdir. Çocukluk çağında obezitenin önlenememesi veya tedavi edilememesi durumunda ilerleyen yaş ile beraber pek çok kronik ve metabolik rahatsızlıklar görülebilme ihtimali artmaktadır. Çocukluk çağında obezitenin tedavi edilmesi ve kilo kontrolünün sağlanması düşük kalorili bir beslenme programı ile olmamalıdır. Çocukluk döneminde obezite ve kilo kontrolünün sağlanması, tüm besin gruplarını içeren yeterli ve dengeli bir beslenme programı ile dengeli kilo verimi ile sağlanmalıdır.

Çocukluk dönemi, alışkanlıkların kazanılabilmesi açısından oldukça önemlidir. Sağlıklı beslenme alışkanlığının da çocukluk döneminde kazanılması, ileriki yaşlarda beslenme ile ilgili problemlerin oluşmasının önlenmesine yardımcı olur.  Bu sayede yüksek kiloya bağlı birçok kronik rahatsızlıkların oluşma riski de azalmış olacaktır.

Çocukluk döneminde obezite kadar düşük ağırlık da sağlıksız bir durumdur. Önemli olan çocuğun sağlıklı kilosunda olmasıdır. Düşük ağırlığa sahip çocuklarda da tüm besin gruplarını içeren bir beslenme programı uygulanmalı ve sağlıklı kilo alımını sağlanması planlanmalıdır.

Gebe Pilatesi

Gebelikte, ilk 4 aydan sonra gebe bireyin vücudunda birçok değişim meydana gelir. Bunlar;

  • Bel bölgesine binen yük
  • Kasılmalar ve ağrılar
  • Öne taşımadan dolayı oluşan omurga fleksiyonu
  • Kilo alımı
  • Hareketsizlik

Bunlar kişiye bağlı olarak gelişen olumsuzluk etmenlerdir. Pilatesin bu bağlamda en önemli amaçlarından biri, sürekli gerçekleşen öne taşımadaki omurga fleksiyonunu minimuma indirmektir. Yani bu yükün getirdiği ağrıların da önüne geçmeyi amaçlarız.

Hamilelik sürecinde pilates, rahat bir normal doğumun da gerçekleşmesine yardımcı olur. Çünkü pilateste yaptığımız pelvic taban egzersizlerinin doğum kanallarının açılmasına ve kişinin bu süreci rahat atlatmasında çok önemli bir rol oynar. Yine gebelikte çok sık rastlanılan idrar kaçırma probleminin de önüne geçilmesine yardımcı olur.

Çok sık sorulan; ‘’Gebelik sürecinde aldığım kiloları nasıl veririm?’’ sorusuna ise yanıt olarak:

Pilates ve özellikle gebe pilatesi kilo verdiren bir egzersiz değildir. Fakat kilo kontrolünü, sağlıklı kilo alma veya verme sürecini çok iyi desteklediğinden bu süreci en kolay, hızlı ve sağlıklı şekilde geçirmenize yardımcı olur. Gebelik sürecinde doktor kontrolünde pilates yapan bireylerin hamilelik sürecinde aldığı kiloları rahatlıkla verdiği görülmüştür.

Pilates bu bakımdan; bebek ve anne sağlığı, kilo kontrolü, rahat bir doğum, gebelik dönemi ağrıları ve kasılmaları açısından ciddi önem taşır.

Gebe pilatesi; gebelik pilatesi eğitimi almış uzman pilates eğitmenleri ile doktor kontrolünde ve doktor onayı ile yapılmalıdır.

Bel Ve Boyun Fıtığı Olan Bireylerde Egzersiz Yaparken Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar

Bel ve boyun problemleri geçmişten günümüze artmakta olan hastalıklardandır.

Omurgamız, 23 tanesi hareketli olmak üzere 33 tane “omur” adı verilen kemiğin üst üste dizilimiyle meydana gelir ve hareket sistemimizin en önemli destek elemanını oluşturur. Bu kemikler birbirine sıkı sıkıya bağlı olup aralarında “disk” adı verilen kıkırdaklar bulunur. Omurlar arasındaki diskler hareketler sırasında esnekliğin artmasını sağlar ve böylece günlük yaşantımız sırasında hiç farkında olmadan pek çok zorlu işi yerine getirebiliriz. Ancak bazı hallerde omurgadaki bu sistemde aksaklıklar ortaya çıkabilir. Örneğin boyun ve bel bölgesindeki kasların uzun süre aynı pozisyonda kalması sonucunda kasların iç gerginliği artar ve omurganın o bölgedeki eğriliği giderek azalmaya başlar.

En çok karşılaştığımız fıtık ve düzleşme problemi masa başı çalışanlarında oluşan postür bozukluğunun fıtığı tetiklemesi, yanlış ve bilinçsiz kaldırılan yük, yanlış yapılan egzersizlerin fıtığı tetiklemesi gibi durumlardır.

Pilates ve yüzme, bel ve boyun fıtığı olan üyelere ortopedistler tarafından en çok tavsiye edilen egzersizlerdir. Örneğin, karın egzersizlerinde bel fıtığı olan bireyin hareket çeşitliliği, bel fıtığı olmayan birine göre çok daha azdır. Fakat basit ve etkili hareketler ile karın bölgesini kuvvetlendirebiliriz. Bel fıtığı olan bir birey için karın kuvveti çok önemlidir.

Bel fıtığında fleksiyonel egzersizler(öne bükülme ) riskli, hatta yapılmaması gereken egzersizlerdir. Fıtığı sıkıştıracak egzersizlerden her zaman kaçınılmalıdır.

Boyun fıtığında da aynı şekilde boyun bölgesini sıkıştıran ve zedeleyen egzersizlerden kaçınılmalı ve sırt kaslarını kuvvetlendirmeye yönelik çalışılmalıdır.

Bel ve boyun fıtığında bir diğer önemli olan kas grubu triceps (arka kol kasları) dır. Sırta göre daha küçük bir kas grubu olup, bu bölgenin kuvvetlendirilmesi boyun sağlığı için büyük önem taşır.

Postür bozukluklarının da fıtığı tetiklediğinden söz etmiştik. Postür bozuklukları genelde masa başı çalışanlarında olmakta olup, aynı zamanda bel ve boyun fıtığının en çok rastlandığı kişilerde de görülür. Bu bireyler için; sırt, karın, arka kol, üst bacak, kalça kuvvetine yönelik egzersizler yapılır.

Bel ve boyun fıtığı problemlerinde bilinçsiz egzersizden kaçınılmalı, doktor kontrolünde alanında uzman eğitmenler ile çalışılmalıdır.

Avokadonun Tamamlayıcı Beslenmedeki Yeri

Avokado, diğer meyvelerin çoğundan daha düşük şeker ve daha yüksek lif ve tekli doymamış yağ asitleri içermesiyle tamamlayıcı beslenmede önemli bir yere sahiptir. Ayrıca nötr bir lezzet spektrumuna ve uygun kıvam ve dokuya sahip olmasıyla da bir bebeğin ilk gıdası olmak için uygundur.

Büyüme ve gelişmeyi destekler.

Bebeklik döneminde, hızlı büyüme için yeterli enerjiyi ve beyin gelişimi için esansiyel yağ asitlerini sağlamak için enerji alımının önemli bir kısmı yağlardan karşılanır. Uygun bebek sağlığı ve gelişimi için yağın sadece miktarı değil kalitesi de önemlidir. Avokado, tekli ve çoklu doymamış yağ asitlerinden zengin içeriğiyle optimal büyüme ve gelişme için birebirdir. Bununla birlikte, avokadonun yağ içeriği yağda çözünen vitaminler olan A, D, E ve K vitaminlerinin ve karotenoidlerin (lutein, likopen, alfa-karoten ve beta-karoten) diğer gıdalardan daha etkili bir şekilde emilmesine yardımcı olur.

Bağırsak mikroflorasının gelişimine destek sağlar.

Avokadonun diğer meyvelere kıyasla daha yüksek çözünür lif içeriği, kolonik mikroflora tarafından daha büyük ölçüde fermente edildiğinden, bir bebeğin bağırsak mikroflorasının gelişimine faydalı olabilir. Ek olarak, avokado tahıl lifleri, sebzeler ve baklagiller gibi en popüler lif kaynaklarına kıyasla daha düşük seviyelerde fitat ve oksalat içerir, böylece kalsiyum ve diğer önemli minerallerin kaybını en aza indirir.

Kan yapımını destekler.

Avokado, demir açısından düşük olsa da demir emilimi, kırmızı kan hücresi oluşumu ve hemoglobin fonksiyonu için gerekli olan C vitamini, folat, B6 vitamini ve riboflavin içerir. C vitamini, hem olmayan demir emilimini arttırır ve biyoyararlanımında önemli bir faktördür. Folat, kırmızı kan hücrelerinin uygun sentezi için kritik öneme sahiptir, bu nedenle megaloblastik aneminin önlenmesi için önemlidir. B6 vitamini hemoglobin sentezinde ve oksijen taşınmasında rol oynar ve B6 vitamini eksikliği mikrositik hipokromik anemiye yol açabilir. Riboflavin, folat ve B6 vitamininin enzimatik aktivasyonu ve ayrıca kırmızı kan hücresi üretimi için gereklidir ve riboflavin eksikliği normositik anemiye yol açabilir.

İyi bir glutatyon kaynağıdır.

Avokado, diğer meyvelere kıyasla daha fazla miktarda amino asit bazlı bir antioksidan olan glutatyon içerir. Glutatyon bağışıklık fonksiyonunda, lipid metabolizmasında, detoksifikasyonda ve hücresel savunmada önemli bir rol oynar. Isıtma ve işleme, gıdalardaki glutatyon seviyelerini azalttığından, avokadonun çiğ tüketilebilmesi de önemli bir özelliğidir.

Stres Azaltıcı Bitkiler

Sabahtan akşama kadar süren stresli yoğun günler; evde temizliği, ütüsü, yemeği, bebeği, işi derken gün içerisinde çok fazla yoruluyoruz ve bu işleri yetiştirebilmek için kendimizi farketmesekte strese sokuyoruz. Yetişmemiz gereken bir toplantı veya bir buluşmamız olduğu zaman bile vaktimiz trafikte geçiyorsa hemen telaşlanıyoruz. Günlük yaşam ritüelimizde ev, iş, aile derken aslında pek çok faktör bizi etkileyerek stres olmamıza sebep oluyor. En güzel vakitler olan akşam saatlerinde ise bitkilerin antidepresan özellikleri bizi bir miktarda da olsa rahatlatıp daha iyi ve kaliteli bir uyku sağlasa çok iyi olmaz mı? Bu etkiyi sağlayacak bitkiler ise;

PAPATYA

Kas gevşetici özelliği ile mide kaslarını rahatlatıp, şişkinlik ve hazımsızlık çekenler için birebirdir. Kendinizi aşırı gergin, uykusuz ve yorgun hissettiğinizde kaslarda gevşeme sağlayarak rahatlamış olacaksınız. Papatya çayından sonra rahat ve derin bir uykuya hazır olun.

MELİSA

Avusturya da sindirim problemleri dahil safra, karaciğer ve sinir sistemi bozuklukların tedavisi ve semptomların hafifletilmesinde kullanılmaktadır. Melisadan farklı olarak limonlu melisa adında farklı bir cins bitkide bulunmaktadır, bu melisa ile karıştırılmamalıdır. Bunun melisadan farkı limon araması bulunmaktadır. Yapılan çalışmalar limonlu melisa içeriğindeki maddeler sayesinde vücudu rahatlatıp, sinir sistemine etki ederek rahatlama sağladığı ve uykuya dalmayı kolaylaştırdığı görülmektedir.

LAVANTA

Lavantayı koklamanız bile rahatlık sağladığını biliyor muydunuz? İçeriğinde uçucu yağlar sayesinde kaslarınız gevşeyecek, sinir sisteminiz etkilenerek rahatlamanızı sağlayacaktır. Çok yoğun aroması olduğundan dolayı az miktarda kullanmanız veya yaptığınız papatya veya melisa çayınızın içine küçük bir yaprağını koymanız yeterli olacaktır.

KEDİOTU

Latince adı Valeriana officinalis olan kediotu içeriğinde yüzden fazla aktif madde bulundurmaktadır. Bu aktif maddelerin kişileri sakinleştirdiği, anksiyeteyi azalttığı, uyku problemi çekenler için etkili olduğu yapılan çalışmalarda kanıtlanmıştır. Uykuya dalma sürecini hızlandırıp, uyku zamanı ve kalitesini arttırmaktadır. Doğal antidepresan olan kediotu ilaçlar gibi bağlılık yapmamaktadır. Kökünün ve yapraklarının kullanıldığı bu bitki aynı zamanda kan basıncını düşürür ve kasları gevşetmektedir.

SARI KANTARON

Adından da anlaşılacağı üzere sarı çiçekleri olan bu bitki stres ve yorgunluk çekenlerin başvuracağı bir diğer ilaçsız tedavi şeklidir. İçeriğinde bulunan hyperisin denilen bir madde sayesinde mutluluk hormonu salgılanmasına yardımcı olarak depresyonda olan kişileri rahatlatacak bir bitkidir. Stresi azaltır, kan basıncını düşürür ve adet sancılarına iyi gelmektedir. Fakat ilaç kullanan kişilerin uzman kişilere sormadan kullanmamasını öneririm. Aşırı kullanımına bağlı yan etkiler olarak baş dönmesi, mide bulantısı ve yorgunluk hissi görülecektir. İlk tercihimiz ilaç kullanmak yerine doğal olan besinler ve bitkilerle tedavi etmekuzun süre ve daha etkili bir çözümdür. Ama unutulmamalıdır ki bitkilerin faydasını beklerken aşırı kullanımı bize zararını doğurabilir.

Solunumu Rahatlatan Besinler

Covid-19 geçirdikten sonra veya herhangi bir problemden kaynaklı solunum sıkıntısı yaşıyorsanız bol sebze ve meyve, yeterli su, sağlıklı yağlar ve kontrollü karbonhidrat tüketimini içeren bir beslenme şekli ve düzenli fiziksel aktivite ile semptomlarınızı hafifletebilirsiniz. Bununla birlikte akciğer fonksiyonu için faydalı olan ve solunumu rahatlatan besinleri beslenmenize ekleyerek fayda sağlayabilirsiniz.

Kakule

Kakulenin içerisindeki bileşikler hava yollarını genişleterek ve akciğerlerdeki hava akışını artırarak nefes almayı kolaylaştırabilir. Kakuleyi yemeklerinizde baharat olarak kullanabilir, çayını demleyebilir veya kakule esansiyel yağını soluyabilirsiniz.

Pancar

Pancar oksijen alımını optimize etmeye yardımcı olan ve akciğer fonksiyonuna fayda sağladığı gösterilen nitratlar açısından zengindir. Pancarı salatalarınıza doğrayarak, fırınlayarak veya yoğurdunuza rendeleyerek tüketebilirsiniz.

Roka

Roka yüksek magnezyum içeriğiyle bronşiyollerin gevşemesine yardımcı olarak havanın geçişini kolaylaştırır ve solunumu rahatlatır.

Elma

Elma içeriğindeki kuersetin ve C vitamini gibi yüksek antioksidan konsantrasyonları sayesinde akciğer fonksiyonunu geliştirmeye yardımcı olabilir.

Balkabağı

Balkabağı güçlü antioksidan ve antiinflamatuar özelliklere sahip olan beta karoten, lutein ve zeaksantinden zengindir. Bu özelliğiyle akciğer fonksiyonunu iyileştirir ve nefes almayı kolaylaştırır.

Zerdeçal

Zerdeçaldaki ana aktif bileşen olan kurkumin, akciğer fonksiyonunu desteklemek için faydalı olabilir. 2012 yılında yayınlanan ve 2.478 kişide yapılan bir araştırma, kurkumin alımının gelişmiş akciğer fonksiyonu ile ilişkili olduğunu bulmuştur.

Domates

Domatesiyileştirilmiş akciğer sağlığı ile ilişkilendirilen bir antioksidan olan likopenin en zengin kaynakları arasındadır. Domates akciğer fonksiyonunu iyileştirerek nefes almayı kolaylaştırabilir.

Kakao

Kakao akciğerlerdeki hava yollarını rahatlatmaya yardımcı olan teobromin adı verilen bir bileşik içerir, bu sayede nefes alıp vermeyi kolaylaştırır.

Yaban mersini

Yaban mersini akciğer dokusunu koruyan antosiyanin için zengin bir kaynaktır. 2016 yılında yayınlanan ve839 kişide yapılan bir araştırmada, yaban mersini alımının akciğer fonksiyonundaki en yavaş düşüş oranıyla ilişkili olduğu ve haftada 2 veya daha fazla yaban mersini tüketmenin, düşük veya hiç yaban mersini tüketmemeye kıyasla akciğer fonksiyonundaki azalmayı % 38’e kadar yavaşlattı bulunmuştur.

Yoğurt

Yoğurt akciğer fonksiyonunu artıran kalsiyum, potasyum, fosfor ve selenyum açısından zengindir. 2019 yılında yayınlanan ve Japonlarda yapılan bir araştırmada, daha yüksek kalsiyum, fosfor, potasyum ve selenyum alımının artmış akciğer fonksiyon belirteçleri ile ilişkili olduğu bulunmuştur.

Antioksidan Deposu Rooibos

Güney Afrikanın çalılık bölgelerinden yetişen rooibos yani kırmızı çay, yeşil çaya rakip olmaya hazır gibi görünüyor. Birçoğumuz yeni yeni yeşil çaya alışıyorken nereden çıktı bu demeyin, neden rooibosu sevelim hadi gelin birlikte inceleyelim:

Fermente edilmemiş şekli yeşil renkli olan rooibos fermentasyonla birlikte kırmızı-kahverengine dönüşmektedir. İçeriğinde kafein bulunmadığından sindirim sistemi problemi bulunan kişilerin rahatlıkla tüketebileceği rooibos, serotonin salgılamak isteyenlerinde tercihi olabilir.

Vitamin-Mineral deposu

С, Е, К vitaminleri, kalsiyum, magnezyum, bakır, manganyum, demir, çinko bulunduran rooibos çayı zengin vitamin-mineral içeriğine sahiptir. Afrikada şifalı bitki denilen rooibosun antioksidan içeriği oldukça yüksektir. Peki “nedir bu antioksidan” derseniz: vücudumuzdaki serbest radikal dediğimiz zararlı maddeler ile savaşmaktadır. Polifenol dediğimiz vücudumuz için faydalı olan antioksidanlar sayesinde de bağışıklık sistemimizi güçlendirerek soğuk havalara karşı daha dirençli olmamızı sağlamaktadır. Bol miktarda quarcetin içeren rooibos çayı bu sayede zararlı hücreleri yok ederek hücre mutasyonlarını arttırmaktadır. Bu antiinflamatuar bir madde olup oksidasyon sürecine engel olmaktadır.

Kalp-Damar Sağlığı İçin

Enflamasyon ve oksidatif stresi düşürmeye yardımcı etken maddelerini içeren rooibos kalp-damar sağlığında da faydalıdır. Arterlerde görülen damar tıkanıklığı kişide kalp krizi veya felç görülmesine neden olabilir; rooibosun içeriğindeki flavanoidler damar tıkanıklıklarında azalmaya yardımcı olmaktadır. İçerdiği antioksidanlar sayesinde vücutta kötü kolesterol dediğimiz LDL nin düşmesine ve kan basıncının dengelenmesine etki ederek kalp ve damar sağlığımızı iyileştirmeye yardımcıdır.

Meyvemsi tadı ile iştah konrtolünüze yardımcı olacak bu çayı günün her saatinde afiyetle yudumlayabilirsiniz.

Kasaya Gitmeden Durup Okuman Gerek Bir Şey Var ! ÜRÜN PAKETLERİ

Yemek yemeyi bile unuttuğumuz koşturmalı hayatımızda bazen en kolay çözüm marketten alıp 5 dakikada hazır olan paketlenmiş yemekler, bazen de açlığımızı bastırmak için aldığımız çikolatalar-bisküvilerle günü bitirmekteyiz. Hiç düşündük mü bu gıdaların ne kadar sağlıklı olduğunu ya da hiç okuduk mu o paketli ürünlerin arkalarında neler yazıldığını? Evet biliyorum bazılarımız son kullanma tarihine bile bakmazken, içeriğinde neler var onu da merak etmemişsinizdir. Gelin hep birlikte etiketleri okumayı öğrenip içeriğinde o kadar uzun süre raflarda kalmasını sağlayan maddelerin vücudumuz için zararları neler hep birlikte bakalım.

Etiket okumaya ilk olarak son kullanma tarihe bakmayla başlayalım. Son kullanma tarihi geçmemiş olup açılmış, delinmiş paketlerden uzak durmalıyız. Paketinde yüksek lifli ya da yüksek proteinli yazan ürünler ise sizi yanıltmasın! Ürünü elinize alıp ve arkasındaki protein, şeker, lif miktarlarına bakıp kıyaslama yapmayı unutmayın! Fazla proteinli diye aldığınız ürünler bir bakmışsınız fazla miktarda şeker içerebilir!

Paketli ürünlerde ki diğer bir husus koruyucular. Bu katkı maddeleri nitrozamin adı verilen kimyasallardan oluşup, bağırsakta nitrit-nitrat bakterilerinin çoğalmasına yol açar. Nitratlar başta kolon kanseri olmak üzere bir çok kanser türüne neden olabilmektedirler. Diğer bir koruyucu olan problemler ise östrojen hormonlarını etkileyerek tümör oluşması riskini arttırmaktadır.

Çocuklarımız bayılarak yediği bisküviler, meyveli sütler, yoğurtlar neden o kadar çok hoşlarına gidiyor dersiniz? Tabiki içeriğindeki aroma vericilerden… Bunlar gıda olmayıp kimyasal maddeler olduklarından, bizlerde ve çocuklarda unutkanlık, depresyon, baş ağrısı yapıp ilerleyen dönemlerde parkinson riskini arttırmaktadır.

İlk önce rengine tutulup kalbimizi fetheden, bol renkli ve bir o kadar da renklendiricili besinler ise çocuklarımızın sinir hücrelerini etkileyerek davranış bozukluğuna neden olmaktadır. Ayrıca bu yapay renklendiriciler obeziteye, insülin direncinede neden olmaktadır. Paketli ürünlerde ki diğer bir baş belamız ise trans yağlar. Düşük maliyetle uzun ömürlü ürünler elde etmek için kullanılanılan margarin ve bitkisel yağlar ilk önce kolesterolümüzü arttırıp damarlarda tıkanmaya yol açarken, ilerleyen zamanlarda bağışıklık sistemimizi zayıflatmaktadır.

Paketlenmiş ürünlerde son zamanlarda çok sık gördüğümüz diğer bir yağ ise palm yağıdır. Maliyeti düşük olmasından ve trans yağ içermemesinde dolayı gıda sektörü çok tercih etmektedir. Yapılan çalışmalarda kalp hastalıklarında artışa neden olduğu görülmektedir. Avrupa Gıda Güvenliği, herhangi bir işlem görmediğinde bir zararının olmadığını fakat sıcaklığının 200 derecenin üzerine çıkmasıyla kanserojen maddeler oluşabileceğini söylemektedir. Bitkisel bir yağ olmasına rağmen güvenilirliği hala tartışma konusu olan bir yağ çeşididir.

Fruktoz olarak bildiğimiz bir yiyeceklerde doğal olarak bulunan fakat günümüzde paketli ürünlerde  kullanılıp mısır şurubunun da asıl maddesidir. Çikolata, meyve suları, gazlı içecekler, ketçaplar, hazır soslara kadar pek çok üründe fruktoz bulunmaktadır. Doğal olmayan fruktoz yani diğer bir adıyla mısır şurubu; obezite, kalp damar hastalıkları, diyabet ve kansere kadar pek çok hastalığa zemin hazırlamaktadır.

Tükettiğimiz gıdalar market reyonlarında yerlerini alıyorlarsa durup bir incelemekte fayda var. Doğalını bulduğumuz her ürün ilk tercihimiz olmalı…

Obezite’den Günümüz Hastalığı Ortoreksiya’ya

Günümüz obezitesinden sonra şimdi de çağın yeni hastalığı “Ortoreksiya Nervosa” sağlığınızı tehdit ediyor olabilir. Henüz toplumu ‘anoreksiya nervosa (yemek yememe), bulumia nervosa (sürekli yediğini çıkarma) ve obezite’  konusunda yeni bilinçlendirmiş  ve korumaya çalışırken; bu yeni kavram kafaları karıştırır oldu. Öyleyse hadi gelin neymiş şu Ortoreksiya bir açıklayalım, kafamızdan soruları atalım.

Ortoreksiya Nervosa , “sağlıklı yeme takıntısı” anlamına gelmektedir. Ortoreksiya; yunanca “ortho” doğru, “orexis” iştah terimlerinin birleşiminden doğan doğru iştah anlamına geliyor. Fakat bu doğru iştah kontrol edilemez boyutlara geldiğinde eklenen “nervosa” terimi ile sinirsel bozukluk halini alıyor ve karşımıza “ sağlıklı yeme takıntısı” olarak çıkıyor… Özellikle kilo problemi yaşayan orta yaş kadınlarda, genç kızlarda ve nadir de olsa erkeklerde görülme sıklığı gün geçtikçe artıyor!

 O takıntı herkeste var zaten, her duyduğumuzu yapmaya çalışmaktan, ne yemeli ne yememeli diye düşünmekten çok sıkıldık dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız tabi çevrede söz sahibi çok insan var. Ama siz en iyisi işi bilenine yani diyetisyeninize danışın. Bu takıntı ortorektik bireylerde çok büyük boyutlardadır. Ortorektikler diyetlerine kendi bilgileri dahilinde çok ciddi kısıtlamalar getirirler. Onlarca sağlıklı olan besinleri tüketir ve sağlıksız gördüklerinden kesinlikle uzak dururlar. Hayatlarının merkezine ‘SAF ve SAĞLIKLI YEME’ fikrini koyar ve nerdeyse günün 24 saati bu düşünceyle yaşarlar.

Ortorektik kişiler için besinin saf, katkısız ve işlenmemiş olması çok önemlidir. Bu nedenle çoğu sebze ve meyveyi çiğ tüketmeye gayret ederler. Bir süre sonra o kadar seçici olurlar ki ellerinde sadece birkaç çeşit besin kalmış olur. Bu durum oldukça sağlıksızdır.

Ayrıca ortorektikler yanlış olduklarını düşündükleri pişirme yöntemlerini de reddederler. Örneğin; alüminyum kapta asla besin pişirmemek gibi.

Gelelim sizlerin merak ettiği kısma; ortorektik kişi nasıl kendini gösterir?

1)Yarının yemeğini bugünden planlıyor musunuz? Tüketeceğin besinler ve diyet hakkında günde 3 saatten fazla vakit harcıyorsanız bir daha düşünün

2)Yemeğin sağlıklı olması sizin için lezzetli olmasından daha mı önemli? Hedeflediğiniz temiz, sağlıklı ve doğal beslenmeden saptığınız anda derin suçluluk duygusu duyuyorsanız, yemeklerin içerikleri sizin için ön plandadır.Tat algınız lezzetli veya basit yemeklere açıktır. Yemek yerken keyif almaktan çok yediklerinizin besin içeriğini düşünüyorsanız var olan tat algınız ve lezzet seçiminiz azalacaktır, 

3)Steril yiyecekler yedikçe sağlığınızın bozulduğunu fark ettiğiniz oldu mu? Ortorektikler besinlerin  hazırlanmasında ki hijyene çok fazla önem verirler,  Dışarıda yemek yemekten korkuyor, yediğinde yediklerinin nasıl hazırlandığını ve içerisinde neler olduğunu düşünmekten kendini alıkoyamıyordur. 

4)Dün yaptığınız diyet bugün size yetersiz mi geliyor? Artan beslenme kalitesinin yanında düşen bir yaşam kalitesi olduğunu düşünürler ve beslenme tarzında sürekli değişiklikler yaparlar.

5)Sağlıklı beslenmeyenleri küçümsediğiniz oluyor mu? Başkalarının beslenme alışkanlıklarını sık sık eleştirir ve kendince önerilerde bulunurlar. 

6) Hedeflediğiniz temiz, sağlıklı ve doğal beslenmeden saptığınız anda derin suçluluk duygusu duyuyor musunuz? Doğru” beslendiğinde kendini mutlu ve başarılı hissederken doğrularından saptığında suçluluk hissine kapılıyor ve pişman oluyorlar. 

Bu soruların çoğuna “evet” diyorsanız, yeni nesil yeme hastalığı ortoreksiya belirtisi gösteriyorsunuz demektir.

Ortorektik olmak istemiyorsanız yapmanız gereken;

  • Yeterli ve dengeli beslenmek,
  • Kendinizi zorlamadan, dozunu kaçırmadan diyet yapmak,
  • Her besin grubundan tüketmek,
  • Az ve sık yiyerek uzun açlıklar yaşamamak,
  • İşin uzmanına bir diyetisyene danışmak,
  • Vücut dengemiz için hergün yeterli su tüketmek sizi beslenme konusundaki takıntılardan uzak tutacaktır.

Nefes Al Nefes Ver

Çoğu zaman iki çizgiyle süprizle kimi zamanda adım adım planla hayatımıza dokunan bir dokunuşuyla büyük değişimler yapacak olan ‘mucize’… Bedenini bu mucizeye en güzel şekilde hazırlamakta senin elinde…

Mercimek tanesinden minicik ayakları olan bebeğe dönüşmenin hikayesi 9 aylık süren serüvenin en güzel hali; evet kese göründü, sizleri aldı bir tatlı telaş… Neler yemeliyim ya da yememeliyim? İşte size anlatmak için karşınızdayım. O zaman başlıyoruz…

Bebeğinin ilk odası annesinin karnı; onu en güzel şekilde dekore etmekte biricik annesinin hakkı…

Duvarları sağlam olmalı folik asit ve demir takviyesine doktorunuzun kontrolünde hemen başlamalısınız ama sadece bunları tüketmenin yeterli olup olmadığını da mutlaka sorgulatmalısınız.

Boyası canlı renklerden olmalı vitamini minerali ihtiyaç kadar tüketmeli

Canı hep tatlı istese de iyodunu hiç eksik etmemeli

Tüm ihtiyaçlarını zamanında gidermeli hep yedekli gitmeli depoları hiç boşaltmadan hatta gebe kalmadan mümkün ise full olmalı..

Hamile kalmadan en az üç ay önce, hamileliğe hazırlık süreciniz başlıyor… Aslında bu evre anne adayları için önemli olduğu kadar, baba adayları için de önemlidir. Etrafınızda, bu dönemde bebeğinin geleceğinin şekillendiğinin farkında olan kaç tane anne-baba var? Peki, çocukları için beslenmesine, yaşam tarzına, bedenine, ruh haline dikkat eden kaç kişiyiz? Artık bu yazıyı okuduğunuza göre farkındalıklarınızı arttırın ve bebek planlarına başlamadan beslenme alışkanlıklarınıza çeki düzen vermeye başlayın…

Yeni Bir Hayat Filizleniyor…

Şimdi gebe kalmadan önceki yani gebeliğe hazırlık döneminde bedeninizin çatısını oluşturduğu bir bina inşa ettiğinizi hayal edin. Biz, bu binayı ne kadar sağlam temellerle atarsak o kadar sağlam ve güvenli olacaktır unutmayın. Bizim elimizden gelen en önemli şey ise size beslenmenizle bina duvarlarını renklendirmek… Nasıl mı? Her sebze ve meyveyi bedeninize almanızı sağlamak; yumurta gibi örnek protein olan kaynakları kahvaltılarınızdan eksik etmemenizi hatırlatmak; kurubaklagillerin yeşiliyle sarısıyla odaları aydınlatıp; içtiğiniz sütle yediğiniz yoğurtla, peynirle binanın kolonlarını güçlendirip ve gülümseyerek evin kapısını kapatmanızı sağlamak… Sadece güvenle, sağlıkla büyüsün oraya yerleşsin diye yavrunuz…

Fidan Olma Zamanı Şimdi… Gebelik süresince annenin beslenmesi ve yaşam şekli kendi sağlığı için olduğu kadar, bebeğin sağlığı için de önemlidir. Gebelikte beslenmenin amacı; annenin kendi fizyolojik gereksinimlerini karşılamalı, vücudundaki besin öğelerinin yedeğini dengede tutmalı ve fetüsün normal büyümesi için gerekli enerji ve besin öğelerini sağlamalıdır. Bu dönemde

bazal metabolizma normalin %20’si kadar artmaktadır. Bu artışın gerektirdiği besin öğelerinin karşılanması bebeğin sağlığı kadar annenin sağlığı açısından da önem taşımaktadır. Yetersiz beslenme annede anemi, bebeğinizde düşük doğum ağırlığı ve büyüme geriliği gibi sorunların yanında, maternal hastalık ve ölü doğum risklerinde de maalesef artışa yol açabilmektedir. Sorumluluklarımız ne kadar fazla değil mi? Ama bu sorumluluk omuzlarınızda yük değil özgürce yapabileceğiniz bir tablo gibi olmalı… Bu tabloyu güzel yapabilmek için strese girmek yerine kulaktan dolma bilgilerle değil uzman görüşleri ile bilinçli bir şekilde ilerlemeliyiz…

Depolar Fullensin!

Sizin besin öğeleri depolarınız gebeliğiniz süresince bebeğiniz tarafından kullanılacağı için depolarınız full olmalı! Mutlaka magnezyum, B12 vitamini, D vitamini, çinko, demir, kalsiyum depolarınızı kontrol ettirin. Neden mi? Eksikliklerinde karşılaşabileceğiniz sorunları minimalize etmek için tabi ki… Magnezyum eksikliğiniz varsa preeklampsi ve erken doğum riskini kaldırmak için; B12 vitamini eksikliğiniz varsa sinir hücreleri büyümesi, protein ve DNA sentezi için; D vitamini eksikliğiniz varsa bağışıklık ve iskelet sistemi gelişimi için; çinko eksikliğiniz varsa bağışıklık sistemini kuvvetlendirmek, üreme organlarının gelişimini sağlamak, lezzet duyusunun gelişimini sağlamak için; demir eksikliğiniz varsa hemoglobin yapımını artırmak için; kalsiyum eksikliğiniz varsa kemik ve dişlerin oluşumu için mutlaka doktorunuz veya diyetisyeniniz kontrolünde takviyenizi alınız.

İki Canlıyım Çok Yemek Benim Hakkım!

“İki canlısın iki kişilik yemek yemelisin” düşüncesinin yaygın olduğu toplumumuzda artık buna dur demenin zamanı sence de gelmedi mi? Beslenmede bebek ve anne için sağlıklı, dengeli zengin bir diyet önemlidir. Birinci trimesterde besin gereksinimi gebelik öncesi ile aynıdır veya hafif artmıştır. Gebeliğin 2. ve 3. trimesterinde ise yaklaşık % 10 luk artışla günde 200 -300 kcal ek enerji gerekir. Ama unutmayınız ki asıl önemli olan besin kalitesidir. Bebeğin sağlıklı büyüme ve gelişmesi için hamilelik süresince ağırlık kazanımı gereklidir ancak; olması gerekenden fazla ağırlık kazanımı; bebeğin sağlığına olumsuz etkilerde bulunabileceğini unutmamakta fayda var. Hamilelik öncesi hafif şişman veya şişman iseniz; aşırı ağırlık kazanımı, gestasyonel diyabet ve yüksek  kan basıncı problemlerine neden olabilir. Hamilelik öncesi zayıf iseniz; özellikle üçüncü aydan sonraki dönemlerde ağırlık kazanımınızın az olması durumunda bebeğin erken veya düşük doğum ağırlıklı doğma olasılığı bulunmaktadır.

· Bebeğinizin beyin gelişimi ve bilişsel fonksiyonları için; omega 3! Haftada 600 g balık tüketin. Beslenmenizde ceviz, keten tohumu, brokoli, karnabahara yer verin. Eksiklik varsa mutlaka takviye alın.

· Aktif yaşayın! Pilates ve yüzme ile kaslarınızı geliştirerek bedeninizi doğuma hazırlayın. Rahat doğum yapmak için her gün 10.000 adım atın.